Hacı Bayram Mah. Hükümet Cad.
Hükümet Han No: 8 / 41 Kat : 5
Ulus - ANKARA - TURKİYE
Ofis Tel : 00 90 312 310 84 35
Ofis Faks : 00 90 312 310 84 37
M. ŞAHİN : 00 90 542 214 54 02
web : www.avrasyaturizm.net
e-mail : 06avrasyatur@gmail.com
www.avrasyaturizm.net her hakkı saklıdır
MEKKE ZİYARET YERLERİ VE MÜBAREK MEKÂNLAR
1. KÂBE ( MESCİD’İ HARAM)
Mekke
şehrinde
Mescid’i
Harâm’ın
ortasında
bulunan
Kâbe
yaklaşık
1,5
m.
genişliğindeki
temeller
üzerine
inşa
edilmiştir.
Dıştan
dışa
10,70
×
12
m.
ölçüsünde
ve
15
m.
yüksekliğinde
olan
duvarlar
1,25
m.
kalınlığındadır
(Abdüsselâm
Ahmed
Nazîf,
s.
170).
Temeller,
tavaf
alanı
(metâf)
yüzeyinden
22-27
cm.
arasında
değişen
yükseklikte
yukarı
çıkmış
ve
duvarlar
25
cm.
kadar
içeriden
başlatılarak
temellerin
dışarıda
kalan
kısmının
üzeri
45°
meyilli
mermer
levhalarla
kaplanıp
duvarlarla
birleştirilmiştir.
Yanları
da
mermer
kaplama
olan
ve
“şâzervân”
adı
verilen
bu
kısma
Kâbe
örtüsünü
tutturmak
için
bakır
halkalar
konulmuştur.
Mekke’nin
çevresindeki
dağlardan
getirilmiş
bazalt
parçalarıyla
yapılan
duvarların
dış
yüzlerinde
değişik
boyutlarda
1614
taş yer almaktadır (M. Tâhir el-Kürdî, III, 235).
Kâbe’nin
merkezinden
dört
köşesine
(rükn)
çekilecek
hatlar
yaklaşık
olarak
dört
ana
coğrafî
yönü
gösterir.
Bunlardan
doğu
yönünü
gösteren
köşeye
Rüknülhacerülesved,
güneyi
gösteren
köşeye
Rüknülyemânî,
batıyı
gösteren
köşeye
Rüknülgarbî,
kuzeyi
gösteren
köşeye
de
Rüknül
ırâkī
denilir.
Bazı
kaynaklarda
kuzey
köşesi,
birçoğunda
ise
batı
köşesi
ayrıca
Rüknüşşâmî
diye
adlandırılmaktadır.
Yine
Kâbe’nin
merkezinden
duvarların
ortasına
çizilecek
dikey
çizgiler
de
yaklaşık
olarak
kuzeydoğu,
kuzeybatı,
güneydoğu
ve
güneybatı
yönlerini
gösterir.
Gerek
ana
yönler
gerekse
ara
yönlerdeki
hafif
sapma
sebebiyle
kaynaklarda
Hacerülesved,
Kâbe
kapısı,
makām-ı
İbrâhim,
hicr,
altın
oluk
gibi
bölüm
ve
unsurların
tanıtımında
farklı
yön
tesbitlerinin
yapıldığı
görülmektedir.
Doğu
köşesinde
yerden
1,5
m.
yükseklikte,
gümüşten
bir
mahfaza
içinde
tavafın
başlangıç
ve
bitiş
noktasını
belli
eden
Hacerülesved
bulunmaktadır.
Kuzeydoğu
duvarında
Hacerülesved’e
2
m.
mesafede
ve
yerden
1,92
m.
yükseklikte
Kâbe
kapısı,
kuzeybatı
duvarının
önünde
de
iki
ucu
Rüknüşşâmî
ile
Rüknülırâkī’den
2
m.
kadar
mesafede
olan
ve
“hatîm”
denilen
yarım
daire
şeklinde,
1,31
m.
yüksekliğindeki
duvarla
çevrili
hicr
yer
almaktadır.
Hacerülesved
ile
Kâbe
kapısı
arasında
kalan
2
metrelik
kısma
“mültezem”,
Rüknül
yemânî
ile
batı
duvarı
üzerindeki
Haccâc
tarafından
kapatılan
kapı
arasında
kalan
kısma
da
“müstecâr”
denilir.
Tavafın
yapıldığı
yer
üzerinde
ve
Kâbe
kapısının
sağ
tarafında,
yaklaşık
doğu
duvarının
ortasına
yakın
bir
yerde
2
×
1,12
×
0,28
m.
boyutlarında
“mi‘cen”
adı
verilen
bir
çukur
vardı.
Bu
çukur,
hacıların
tavaf
sırasında
düşerek
sakatlanmalarına
yol
açması
sebebiyle
20
Şubat
1958
tarihinde
kapatılmış
ve
üzerine mermer döşenmiştir.
İçi
dört
köşe
bir
oda
görünümünde
olan
Kâbe’nin
Rüknülırâkī
köşesinde
dama
çıkılan
merdiven
ve
önünde
“tövbe
kapısı”
denilen
bir
kapı
yer
alır.
Taban
mermer
döşeli,
duvarlar
2
m.
yüksekliğe
kadar
mermer
kaplamalıdır.
Yapılan
onarım
ve
yeniden
inşalarla
ilgili
olarak
batı
duvarına
beş,
doğu
ve
kuzey
duvarlarına
birer
kitâbe
yerleştirilmiştir
(metinleri
için
bk.
Hüseyin
Abdullah
Bâ
Selâme,
s.
138
vd.).
Tabanın
ortasında,
Abdullah
b.
Zübeyr
zamanından
kalma
güney-kuzey
yönünde
dizilmiş
üç
ağaç
direk
ve
bunlardan
kapının
karşısındakinin
önünde
batı
duvarına
doğru
Hz.
Peygamber’in
namaz
kıldığı
yer
bulunmaktadır;
burası
seccade
şeklinde
bir
mermerle
belirtilmiştir.
Tavan
ve
duvarlar,
yukarıdan
mermer
kaplamalara
kadar
inen
çepeçevre
kırmızı
atlastan
yapılmış
bir
perde
ile
örtülüdür.
Tavan
ile
dam
arasında
1,33
m. yüksekliğinde bir açıklık vardır.
2. SEVR DAĞI
Mescid’i
Haram’ın
güney
cephesinde,
takriben
4
km.
uzaklıkta,
Arafat
yolu
üzerindedir.
Dağın
eteği
ile
zirvesi
458
m,
takriben
1,5
saatte
yaya
çıkılabilen
bir
mesafedir.
Peygamberimiz
(s.a.v.)
Hz.
Ebu
Bekr
Es’Sıddık
(r.a.)
ile
hicret
ederken
bu
mağaraya
girerek
3
gece
kaldılar.
Mağaraya
önce
Hz.
Ebu
Bekir
girerek
zararlı
bir
şey
olup
olmadığına
bakmış,
sonra
da
Rasülüllah
Efendimiz
girmiştir.
Burada
kaldıkları
sürece
Hz.
Ebu
Bekr’in
oğlu
Abdullah,
gündüzleri
müşriklerin
arasında
dolaşıyor,
geceleri
malumat
getiriyordu.
Kölesi
Amr
ibn-i
Füheyre
ise
o
civara
koyunları
sürüyor,
hem
Abdullah’ın
izlerini
kaybettiriyor
ve hem de süt ikram ediyordu. Bu mağarada üç mucize sudur etmiştir:
1-
Hz.
Ebu
Bekir’in
ayağını
yılan
sokmuş,
Rasülüllah
Efendimiz
(s.a.v.)
mübarek tükürüklerini sürmüş, o anda acısı geçip şifa bulmuştu.
2-
Onlar
içeri
girdikten
sonra
Allah’ın
emriyle
mağaranın
ağzına
örümcekler
ağ germiş ve güvercinler yuva yapmışlardı.
3-
Müşrikler
mağaranın
önüne
kadar
gelmişler,
içlerinden
biri
aramak
istemiş,
Ümeyye
bin
Halef
ona;
“Orada
ne
işin
var,
aklını
mı
yitirdin?
Orada
Muhammed
doğmadan
örümcekler
ağını
germiş,
kuşlar
yuva
yapmış”
deyince
mağaraya
girmekten
vaz
geçtiler.
Hz.
Ebu
Bekir;
“Müşrikler
mağaraya
yaklaştıkları
zaman
ayakları
görülüyordu.
Dedim
Ki:
“Ya
Rasülallah,
başlarını
eğseler
bizi
görürler.”
Peygamberimiz
(s.a.v.)
:
“Sus
ya
Ebâ
Bekr,
bu
ikinin
üçüncüsü
Allah’tır”
buyurdu.
Efendimiz
(s.a.v.)
Cuma,
Cumartesi
ve
Pazar
gecelerini
orada
geçirdi.
Üç
gün
üç
gece
mağarada
gizlenmeleri,
tedbir
içindi.
Müşrikler,
onların
Mekke
civarından
uzaklaşmış
olduklarına
kanaat
getireceklerdi.
Üç
gün
sonra,
daha
evvel
kararlaştırıldığı
üzere
kılavuz
olarak
tutulan
Abdullah
b.
Üreykit
de,
kendisine
teslim
edilen
iki
deveyle
birlikte
kendi
devesi
de
yanında
bulunduğu
hâlde
Pazartesi
günü
seher
vakti
Sevr
Dağının
eteğine
geldi
ve
Medine-i
Münevvere’ye
doğru
sahil
yolundan
hareket
edildi
3. ARAFAT - CEBELİ RAHMEH
Arafat dağıdır bizim dağımız. Orda kabul olur dualarımız (Yunus Emre)
Mekke'nin
21
km.
doğusunda
Taif
dağ
yolu
üzerindev
ova
görünüşünde
düz
bir
alan
olan
Arafat,
haccın
en
önemli
rüknü
olan
vakfenin
yapıldığı
yerdir.
Buraya
Arafat
adının
veriliş
sebebi
kesin
olarak
bilinmemekte
ise
de
bu
konuda
bazı
görüşler
ileri
sürülmektedir.
Hz.
Adem
ile
Hz.
Havva'nın
yeryüzüne
indikten
sonra
burada
buluşup
birbirini
tanımaları
veya
Cebrail'in
Hz.
ibrahim'e
haccın
nerede
ve
nasıl
yapılacağını
öğretirken
Arafat'a
geldiklerinde
ona,
"Arefte?"
(anladın
mı,
tanıdın
mı)
diye
sorması,
onun
da
"Areftü"
(anladım,
tanıdım)
demesinden
dolayı
buraya
Arafat
dendiği
kaynaklarda
zikredilmektedir.
Ayrıca
dünyanın
dört
bir
yanından
gelen
insanların
ataları
Hz.
Adem
ile
Hz.
Havva'nın
yaptıkları
gibi
burada
birbirleriyle
görüşüp
tanışmaları
veya
günahlarını
itiraf
ederek
Allah'tan
af
dileyerek
kulluklarını
ve
çaresizliklerini
arz
etmeleri,
af
dileyenlerin
affedilmelerinden
sonra
günah
kirlerindentemizlenip
Cenab-ı
Hakk
katında
güzel
bir
kokuya
(arf)
sahip
olmaları
sebebiyle
bu
adın
verildiği
de
ileri
sürülen
görüşler
arasındadır.
En
uç
noktaları
arasında
doğudan
batıya
6,
5
km.,
kuzeyden
güneye
1
1-12
km.
uzunlukta
olan
bu
sahanın
tamamı
13,68
km2
'dir
ve
kuzey
kesiminde
halk
arasında
Arafat
dağı
olarak
bilinen
granit
taşlarından
oluşmuş
Cebel-i
Rahme
bulunmaktadır.
Hz.
Peygamber'in
"Arafat'ın
tamamı
vakfe
yeridir"
(Müslim,
"Hac",
149)
hadisi
gereğince
zikredilen
Arafat
sahasının
her
yerinde
vakfe
yapılabilir.
Ancak
hacılar,
Hz.
Peygamber
vakfesini
Arafat
vadisinin
kuzeydoğusunda
yer
alan
70
m.
yüksekliğindeki
Cebeli
rahme'de
Neb'a
ve
Nübey'a
tepeleri
arasında
bulunan
Nabit
tepesi
üzerinde
yaptığı
için
aynı
yer
ve
çevresinde
bulunmayı
arzu
ederler.
Bundan
dolayı
bu
bölge
hacıların
izdihamına
en
çok
maruz
kalan
bir
bölge
olagelmiş,
hacılara
hizmet
vermek
üzere
kurulan
sosyal
tesisler
daha
çok
bu
çevrede
yoğunluk
kazanmıştır.
Mekke
tarihiyle
ilgili
eserlerde
zikredildiğine
göre
Arafat'ta
bahçeler,
arefe
gününde
Mekkeliler'in
gelip
kaldığı
güzel
mekanlar
mevcuttu.
Zaman
içerisinde
bunlardan
eser
kalmamış,
XX.
asrın
ikinci
yarısından
itibaren
ciddi
bir
ağaçlandırma
projesi
uygulamaya
konularak
Arafat
yeşil
bir
mekan
olma
özelliğini
yeniden
kazanmıştır.
Bunun
yanı
sıra
çeşitli
tesislerle
hacıların
Müzdelife'ye
dönüşünü
kolaylaştırmak
için
Arafat'ı buraya bağlayan dokuz ayrı otoyol yapılmıştır.
Arafat'ta
vakfe
zamanı,
arefe
günü
(9
Zilhicce)
güneşin
zevalinden
sonra
başlar,
ertesi
gün
şafak
vaktine
kadar
devam
eder.
Hz.
Peygamber'in
sünnetine
uymak
açısından
esas
olan,
Arafat
sınırları
içine
zilhiccenin
dokuzuncu
günü
zevalden
sonra
girmek
ise
de
günümüzde
yoğunluk
sebebiyle,
hacıların
büyük
çoğunluğunun
zilhiccenin
sekizinci
günü
Arafat'a
taşınmaları ve geceyi orada geçirmeleri teamül haline gelmiştir.
4. Nemire Mescidi
Mescid’i
Nemire
Arafat'ta
öğle
ve
ikindi
namazlarının
cemedilerek
kılındığı
büyük
camidir.
Veda
haccı
sırasında
Hz.
Peygamber
için
Arafat'ın
batısında
küçük
bir
tepe
olan
Nemire'de
kıldan
bir
çadır
kurulmuş
ve
yine
burada
Harem
sınırının
bittiği
Urene
vadisinde
düz
bir
alanda
Resul’ü
Ekrem
Efendimiz
120,000'i
aşan
ashabına
meşhur
Veda
Hutbesi'ni
okuyup
öğle
ve
ikindi
namazını
cem'-i
takdimle
kıldırarak
vakfe
mahalline
geçmişti
(Müslim,
"Hac", 147).
Resul’ü
Ekrem
Efendimizin
namaz
kılıp
hutbe
okuduğu
mekanda
bir
mescid
yapılmış
ve
yanındaki
tepeciğe
nisbetle
Mescid’i
Nemire
adıyla
meşhur
olmuştur
5. Müzdelife ve Meş’ar-i Haram
Müzdelife,
Harem
sınırları
içinde
Arafat
ile
Mina
arasın-da
kalan
bir
bölgenin
adıdır.
Haccın
vaciplerinden
Müzdelife
vakfesi
burada
yapılır.
Kur’ân-ı
Kerim’de
geçen
Meş’ar-i
Ha-ram
da
buradadır.
Hacılar,
Arafat
dönüşü
gece
Müzdelife’de
akşam
ve
yatsı
namazlarını
birleştirerek
kılarlar.
İnsanların
toplandığı
bir
yer
olması
münasebetiyle
buraya
Müzdelife
dendiği
rivayet
edilmektedir.
Başka
bir
rivayete
göre,
Hz.
Âdem
ile
Hz.
Havva
burada
birleştikleri
için
buraya
Müzdelife
denilmektedir.
Müzdelife
ziyareti
sırasında
kişi,
Yüce
Allah’ı
hayatında
ne
derece
andığının
bir
muhasebesini
yapmalıdır.
Çünkü
Müzdelife’deki
Meşar-i
Haram,
Kur’an’da,
insanların
Allah
(c.c.)’ı
çokça
zikretmeleri
emriyle
birlikte
geçmektedir.
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
burada
akşam
ve
yatsı
namazını
birleştirerek
kıldırmış,
sonra
da
Kuzah
Dağının
eteğinde
istirahat
buyurmuştur.
Sabahleyin
de
burada
vakfe
yapmıştır.
Kuzah
Dağı,
bugün
Meşar-i
Haram
mescidi
olarak
anılan
mescidin
yakınında
yer
almaktadır.
Eskiden
Müzdelife
gecesi
burada
ateş
yakılırmış.
Müslümanın
övgüye
lâyık
en
önemli
niteliklerinden
biri,
her
daim
Allah’ı
anması,
ve
O’nu
unutmamasıdır.
Yüce
Allah,
“Beni
anın
ki
ben
de
sizi
anayım...”
(Bakara
sûresi,
2/152)
buyurmaktadır.
Gerek
genişlik
ve
rahatlık
zamanlarında
ve
gerekse
sıkıntılı
ve
zor
zamanlarda
Allah’ı
anan
kişi,
her
zaman
Allah’ın
yardımını
yanında
bulur.
Müzdelife,
bu
nitelik
karşısındaki
konumumuzu
değerlendirme
yeridir.
Bu
bakımdan
“...Arafat’tan
ayrılıp
(sel
gibi
Müzdelife’ye)
akın
ettiğinizde
Meş’ar-i
Haram’da
Allah’ı
zikredin.
Onu,
size
gösterdiği
gibi
zikredin...”
(Bakara
sûresi,
2/198)
ayetinde
özellikle,
Allah’ı,
üzerinde
anmamız
zikredilen
Müzdelife’yi
ziyaret
ederken
O’nu
anma
ve
unutmama
konusundaki
konumumuzu
gözden
ge-çirmeli,
bu
açıdan
bir
nefis
muhasebesi yapmalıyız.
6. HİRA DAĞI
Cebel-i
Nur:
Mekke-i
Mükerreme’nin
kuzey
doğusunda,
Mescid’i
Haram’a
yaklaşık
5
km.
mesafede,
içinde
Peygamberimiz’e
ilk
vahyin
geldiği
mağaranın
da
yer
aldığı
dağdır.
Cebel-i
Nur
(Nur
Dağı)
diye
anılması,
insanlara
en
doğru
yolu
gösteren
vahiy
nurunun
bu
mağaraya
inmesi
sebebiyledir.
Gâr-ı
Hıra:
Cebel-i
Nûr’un
zirvesinin
20
m.
kadar
aşağısındadır.
Rasülüllah
Efendimiz’e
ilk
vahyin
geldiği
yerdir.
Mağaranın
uzunluğu
3
m,
genişliği
1,30
m,
yüksekliği
2
m.dir.
Bu
mağaranın
Efendimiz’in
hayatında
çok
ayrı
bir
yeri
vardır.
Burası
mağara
olarak
anılmakla
birlikte
aslında
üst
üste
yığılan
kaya
blokları
arasında
kalmış
iki
tarafı
açık,
sivri
tonozlu
tünele
benzer
şekilde
gayri
muntazam
bir
boşluktan
ibarettir.
İçerideki
boşluk,
bir
kişinin
başı
tavana
değmeyecek
şekilde
ayakta
durabileceği
kadar
yükseklikte
ve
yere
uzanabileceği
kadar
genişlik
ve
uzunluktadır.
Mekke-i
Mükerreme’de
Hz.
İbrahim’in
tebliğ
ettiği
dine
tabi
olan
bazı
kimseler
(Hanif)
Recep
ve
Ramazan
gibi
aylarda
burada
inzivaya
çekilirlerdi.
Hz.
Muhammed’in
dedesi
Abdulmuttalib
de
bunlardan
biriydi
ve
zaman
zaman
Hira’daki
mağaraya
çekilip
kendini
ibadete
verirdi.
Efendimiz
(a.s.)
da
muhtemelen
otuz
beş
yaşlarında
iken
Ramazan
aylarında
dedesinin
inzivaya
çekildiği
bu
mağaraya
gidip-gelmeye
başladı.
Hira’dan
her
inişinde
evinden
önce
Mescid’i
Haram’a
giderek
Kâbe’yi
tavaf
etmeyi
âdet
edinmişti.
Hicretten
önceki
Tâif
yolculuğu
dönüşünde
de
Rasül-ü
Erkem,
Mekke’ye
girebilmek
için
himayesine
sığınabileceği
bir
kimse
ararken
Hira
Mağarası’nda
beklemişti.
Peygamber
Efendimiz
39
yaşında
sadık
rüyalar
görmeye
başlamıştı.
Son
6
ayda
tamamen
şehirden,
evlerden
ve
insanlardan
uzak
bu
mağarada
tefekkür
ile
meşgul
oluyordu.
Nihayet
40
yaşına
bastığı
Miladi
610
yılı
Ramazan
ayının
17’sinde,
daha
önce
hiç
karşılaşmadığı
Cebrail
(a.s.)
ilk
defa
Hira
Mağarası’nda
iken
ilk
vahyi
getirmişti.
Cibril-i
Emin
bütün
ufku
kaplamış
ve
bir
taht
üzerinde
oturmuş
halde
Rasül-ü
Erkeme
aslî
suretinde
görünmüş;
“Ya
Muhammed!
Ben
Cebrail’im,
sen
de
Allah’ü
Teâlâ’nın
peygamberisin”
dedikten
sonra
Alak
suresinin
ilk
beş
ayetinden
oluşan
ilk
vahyi
getirmiştir.
Bu
suretle
Rasülüllah
Efendimiz
(s.a.v.)
peygamberlikle
vazifelendirilmiş
oldu.
Bu
vahiy
de
Gâr-ı
Hıra’da
gelmiş
oldu.
Rasülüllah
Efendimiz’in
Hira’da
geçirmiş
olduğu
inziva
hayatının
ve
peygamberlik
görevinin
burada
başlamasının
hem
şahsı,
hem
de
Müslümanlar için önemi büyüktür.
7. Peygamber Efendimizin Doğduğu Ev
Alemlere
Rahmet
olarak
gönderilen
Peygamberimiz
Hz.
Muhammed
(s.a.v.)
Mekke'nin
doğusunda
(Şuubu
Beni
Haşim
veZukak'ul
Mevlid
caddesinin
Leyl
çarşısındaki
Darud-Tababia)
arasındaki
evde
doğdu.
Hacca
gidenler
bu
evi
de
ziyaret
etmektedirler.
İçerisinde
Efendimizin
valideleri
Hz.
Amine Hatun'un elleriyle salladığı ağaç beşik, olduğu gibi durmaktadır.
Peygamberimiz
(SAV),
miladi
571
yılı
Nisan
ayının
20’sine
isabet
eden
Rabîu-l
Evvel
ayının
12’nci
Pazartesi
gecesi
tan
yeri
ağarırken
Mekke’de
şu
an
kütüphane
olarak
kullanılan
evde
dünyayı
şereflendirdi.
İçerisinde
Efendimizin
valideleri
Hz.
Amine
Hatun'un
elleriyle
salladığı
ağaç
beşik,
olduğu
gibi
durmaktadır.
Ebû
Tâlib
mahallesinde
bulunan
bu
ev,
Efendimiz’in
büyük
dedesi
Hâşim
b.
Abdümenâf’a
aitti.
Onun
vefatıyla
oğlu
Abdülmuttalib’e
miras
kalan
ev,
Abdülmuttalib’in
mallarını
çocukları
arasında
taksim
etmesi
sırasında
Abdullah’a
düşmüş,
ondan
da
Hz.Muhammed’e
(S.A.V)
intikal
etmişti.
Peygamber
Efendimiz
hicretleri
esnasında
bu
mübarek
evi
Hz.
Ali
Efendimiz’in
kardeşi
Akil
bin
Ebi
Talib’e
teslim
etmişti.
Peygamberimiz
Medine’ye
hicret
ettikten
sonra
bunda
herhangi
bir
hak
talep
etmemiş,
Mekke’ye
geldiği
zaman
da
bu
evi
kullanmamıştır.
Akil’in
torunları
Haccâc’ın
kardeşi
Muhammed
bin
Yusuf
es-Sakafi’ye
sattıklarında
Muhammed
bin
Yusuf,
Beyza
adındaki
malikânesine
ilave
ettiler.
Bu
hane
bir
müddet
Muhammed
bin
Yusuf
es-Sakafi’nin
adıyla
anıldı.
Bilâhere
Harun
Reşid’in
zevcesi
Zübeyde
Hanım,
bu
yeri
satın
alarak
yerini
mescide
dönüştürdü.
Artık
bundan
sonra
Mevlid-i
Nebi
(Nebi’nin
doğduğu
yer)
ismi
ile
şöhret
buldu.
Söz
konusu
mescit
Kanuni
Sultan
Süleyman
zamanında
(964-
1557)
yeniden
yapıldı.
Bu
mescidin
içinde
de
boş
bir
kubbe
bulunup
Hazreti
Peygamber’in
doğduğu
nokta
olarak
biliniyordu.
Suud
idaresine
geçtikten
sonra
mescit,
günümüzdeki
şekline
dönüştü.
(Kur’an-ı
Kerim
Atlası
s,387)
Bugü
Safâ
ve
Merve
tepeleri
arasındaki
sa’y
yerinin
tam
karşısında,
Mina
ve
Aziziye’ye
giden
tünelin
girişine
yakın
yerde
olan
bu
ev,
1379
(1959)
yılından
beri
Mekke
kütüphanesi
olarak
kullanılmaktadır.
Diğer
mübarek
haneler
Mescid’i
Haram’ın
genişlemesiyle
yıkılıp
Mescid’i
Haram’a
dâhil
edilmiş,
bir
kısmı
çarşı
ve
yollara
katılmıştır.
Rasülüllah’ın
doğduğu,
birçok
harikulâde
hadisenin
cereyan
ettiği
o
mübarek
mekânı
ziyaret
etmek
ve
O’na
salât-ü
selam
okumak
elbette
rahmet
ve
şefaate
vesile
olacaktır.
Peygamberimiz
altı
yaşında
iken
annesi
vefat
edince
dedesi
Abdülmuttalib’in
himayesine
geçti.
Sekiz
yaşında
iken
dedesi
de
vefat
edince
amcası
Ebu
Talib
onu
himayesine
aldı.
Hz.
Hatice
validemizle
evlenince,
daha
önce
daha
önce
evinde
yanında
kaldığı
Ebu
Talib’in
evinden
eşinin
evine
taşındı.
(Kur’an-ı
Kerim
Atlası
s,392)
EBU
TALİB’İN
EVİ
Ebu
Talib’in
evi,
Hz.
Peygamber’in
doğduğu
ev
ile
Ebu
Kubeys
Tepesi’nin
arasında
idi.
Hz.
Ali
de
burada
doğmuştu.
Önceleri,
bunun
hatırasına
yapılmış
bir
mescit
bulunuyordu.
Şimdi
ise
tamamen
yıkılmış
ve
hac otobüslerinin garajı haline getirilmiştir. (Kur’an-ı Kerim Atlası s,392)
8. Cennet-ül Mualla Mezarlığı
Cahiliye
döneminden
bugüne
kadar
Mekke
Mezarlığı
olup
Harem-i
Şerif’in
yaklaşık
2
km.
kuzeyinde
olan
bir
kabristanlıktır.
Mescid’i
Cin
yakınında
bulunan
bu
yer,
İslam
öncesinde
ve
ilk
dönem
İslam
tarihlerinde
Hacûn
diye
geçmektedir.
Cennetü’l-Muallâ
kabristanını
ikiye
bölerek
batıya
doğru,
el-
Atibiye
mahallesine
giden
yolun
rampasına
Seniyyetü’l
Hacûn
denir.
Mekke’nin
yukarı
kesiminde
bulunan
bu
yer
zamanla
Ma’lât
adıyla
anılmaya
başlanmış;
mezarlık
da
Makberetü’l
Ma’lât
adıyla
meşhur
olmuştur.
Rasülüllah
Efendimiz
Mekke
kabristanını
göstererek;
“Bu
kabristan
ne
güzeldir”
buyurmuştur.
1
Medine’deki
Bakî
Mezarlığı’nın
Türkler
arasında
“Cennetü’l
Bakî”
olarak
anılmasından
dolayı
Mekke’deki
bu
mezarlığa
da
“Cennetü’l
Muallâ”
denilmiştir.
Burada
müminlerin
annesi
Hazreti
Haticetü’l
Kübra
(r.
Anhâ)’nın
mübarek
kabirleri,
sahabe-i
kiram,
tabiin
ve
salihinden
birçok
kimselerin
kabirleri
vardır.
Abdullah
İbn-i
Zübeyr
(r.abhüma),
Hz.
Ebu
Bekr’in
büyük
kızları
Esmâ
(r.anhâ),
yine
Hz.
Ebu
Bekr’in
oğlu
Abdurrahman
(r.a.),
Abdullah
İbn-i
Ömer
(r.a.),
Osman
bin
Talhâ
(r.a.)
hazretleri
gibi
sahabei
kiramın
büyüklerinden
birçok
zatların
kabirleri
de
buradadır.
Ayrıca
Hz.
Peygamber’in
oğulları
Kâsım
ile
Abdullah’ın
kabirleri
de
buradadır.
Hz.
Hatice
(r.anhâ),
hicretten
üç
yıl
kadar
önce
vefat
etmiş.
Kabrine
bizzat
Peygamberimiz
indirmiş
ve
vefatına
çok
üzülmüştür.
Zira
Hz.
Hatice
Validemiz,
Peygamberimiz’e
ilk
ima
etmiş,
en
büyük
maddi
ve
manevi
destekçisi
olmuş,
peygamberimizin
yedi
çocuğunun
altısı
Hz.
Hatice’den
doğmuştur.
Hz.
Hatice
validemizin
açık
kerameti
olarak
rivayet
edilir
ki;
her
hangi
bir
kadın,
bir
şeyde
aciz
kalıp
da
onun
türbesine
gidip,
O’nu
vesile
kılarak
Allah’tan
yardım
talep
etse,
her
halde
maksadına
ulaşarak
döner.
Kânûnî
Sultan
Süleyman
950
(1543-1544)
yılında
Hatice
Validemiz’in
kabrinin
üstüne
yüksek
kubbeli
bir
türbe
yaptırmış
ve
bir
de
türbedâr
görevlendirmiştir.
Evliya
Çelebi,
Cennetü’l
Muallâ’da
75
adet
kubbeli
mezar,
Peygamber
Efendimiz’in
dedesi
Abdülmuttalib
ile
amcası
Ebû
Tâlib’in
kabirlerinde
de
kubbeli
türbeler
bulunduğunu
kaydeder.
1926’da
Cennetü’l
Muallâ’daki
bütün
türbeler
yıktırılarak
mezar
taşları
kaldırılmıştır.
Bugün
de
Mekke’nin
Mezarlığı
olan
Cennetü’l
Muallâ’da
hiçbir
türbe
ve
mezar
taşı
bulunmamaktadır.
Buradan
alınan
mezar
taşları
Riyad’a
götürülerek
müzeye
konulmuş
ve
2004
yılında
Talim
ve
Terbiye
Bakanlığı’nın
çıkarmış
olduğu
bir
kitapta 591 mezar taşı metin ve resimleriyle beraber neşredilmiştir.
9. Cin Mescidi (Mescid’i Cin)
Cinlerin
Hz.
Peygamber
(s.a.s.)’den
Kur’ân-ı
Kerim
dinleyerek
iman
edip
kendisine
biat
ettikleri
yer
olarak
ifade
edilen
mahalde
Cin
Mescidi
adıyla
bir
mescit
bulunmaktadır.
Bugün
burada
bulunan
mescidin
yerinde
daha
önce
eskiden
yapılmış
bir
mescit
bulunmaktaydı.
Bu
mescidin
de
tarih
boyunca
pek
çok
defa
yenilendiği
anlatılmaktadır.
Rivayet
edildiğine
göre
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
yanına
Abdullah
b.Mesud
(r.a.)’u
alarak
bu
mescidin
olduğu
yere
gelir.
Bir
daire
çizer.
Abdullah
b.Mesud’dan
onun
dışına
çıkmamasını
ister.
Cinler
burada
Allah
elçisini
dinlerler,
ona
biat
ederler
ve
Müslüman
olurlar.Cin
Mescidi
Bu
mescidi
ziyaret
etmek
de
ibadetin
bir
parçası
değildir.
Ancak
burayı
ziyaret
eden
Müslüman
kendisine
yol
gösterici
olarak
verilmiş
bulunan
Kur’ân-ı
Kerim’in,
görünen
ve
görünmeyen
idrak
sahibi
varlıkları
nasıl
etkilediğini
ve
bu
büyük
kılavuzu
idrak
sahiplerine
ulaştırmak
için
ne
denli
gayret
sarf
etmesi
gerektiğini
düşünmelidir.Cin
Mescidi,
Mescid’i
Haram’ın
kuzeyinde ve 2 km. uzaklıkta bulunmaktadır.
10. Hayf Camii (Mescid’i Hayf)
Mina’nın
kuzeyindeki
dağın
eteğinde
Cemre-i
suğra’ya
(küçük
şeytan)
yakın
bir
yerde
büyük
bir
cami
bulunmaktadır.
Yukarıda
da
belirtildiği
üzere
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
bu
camiin
bulunduğu
yerde
kalmış,
namaz
kılmış
ve
hutbe
okumuştur.
İlk
önce
etrafı
çevrilerek
bir
sahra
mescidi
hâlinde
düzenlenen
bu
cami
de
tarih
boyunca
pek
çok
defalar
yeniden
yapılmış
ve
genişletilmiştir.
En
son
olarak
Suudi
Arabistan
tarafından
yapılan
yeniden
yapım ve genişletme ile dört minareli büyük bir cami hâline getirilmiştir.
11. Akabe
Mina’da
bulunan
Cemre-i
Kübra
(büyük
şeytan)dan
Mekke-i
Mükerreme
istikametine
doğru
az
ilerde
sağ
tarafta
bir
mescit
bulunmaktadır.
Bu
mescide
Akabe
Mescidi
veya
Biat
Mescidi
denmektedir.
Bu
mescidin
bulunduğu
yerde
tarihin
akışını
değiştiren
biat
olayı
yaşanmıştır.
Bu
büyük
olayın
anısına
yapılan
bu
mescid,
tarih
boyunca
birçok
defa
yenilenmiştir.
Bizim
için
önemli
olan,
bu
mescidin
bulunduğu
yerin
hatırasıdır.
Burası,
hac
mevsiminde
Medine’den
gelen
sahabilerin
Resûlullah
(s.a.s.)
ile
buluşarak
ona
biat
ettikleri
yerdir.Bilindiği
gibi
Resûlullah
(s.a.s.),
bütün
benliğiyle
insanları
hidayete
ulaştırmak
için
çabalıyordu.
Bu
hususta
elinden
gelen
bütün
gayreti
gösteriyordu.
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
uzun
süren
bu
gayretleri
nihayet
önemli
bir
karşılık
bulmuştu.
Bir
hac
mevsiminde
Peygamber
Efendimiz
(s.a.s.),
Yesrip’ten
gelen
ve
Hazrec
kabilesine
mensup
bulunan
altı
kişiyle
karşılaştı
ve
onlara
İslâm’ı
tebliğ
etti.
Bu
kişiler
son
bir
peygamber
geleceğini
Yahudilerden
duymuşlardı.
Bu
Hazreçliler,
Allah
Resûlü
(s.a.s.)’nün
davetini
kabul
ettiler
ve
Müslüman
oldular.
Bir
sene
sonra
Medine’den
on
iki
kişi
Müslüman
olarak
gelip
Allah
Resûlü
(s.a.s.)’ne
burada
biat
ettiler.
Bu
yapılan
biata
‘Birinci
Akabe
Biatı’
denildi.
Bu
biattan
sonra
Resûlullah
(s.a.s.),
Musab
b.
Umeyr
(r.a.)’ı
Kur’anı
Kerim’i
ve
İslâm’ı
onlara
öğretmek
üzere
görevlendirerek
yanlarına
verdi.Mus’ab
b.
Umeyr
(r.a.)’in
ve
bu
sahabilerin
gayretleri
sonucu
ertesi
sene,
Medine’den
yetmiş
iki
erkek
ve
iki
de
kadın,
Allah
Resûlü
(s.a.s.)
ile
Akabe’de
buluştular.
Allah
Resûlü
(s.a.s.)’ne
biat
ederek
onu
canları,
malları
ve
ırzları
gibi
koruyacaklarına
söz
verdiler.
Ayrıca
Resûlullah
(s.a.s.)’ı
Medine’ye
hicret
için
davet
ettiler.
Bu
biatte
Hz.
Peygamber’in
amcası
Abbas
(r.a.)
da
bulunmuş
ve
Medinelilere
verdikleri
söz
ile
nasıl
büyük
bir
tehlike
ile
karşı
karşıya
geleceklerini
anlatmıştır.
Verdikleri
sözün
ne
anlama
geldiğini
açıklayarak,
Allah
Resûlü
(s.a.s.)’nü
koruyamayacaklarsa
onu
Medine’ye
çağırmamalarını
ve
Mekke’de
tebliğine
devam
etmesinin
gerekliliğini
söylemiştir.
Onlar,
biatlarının
ne
anlama
geldiğini
bildiklerini
ve
İslâm
için
bütün
bu
tehlikeleri
göze
aldıklarını
söyleyerek
söz
verdiler.
Bu
biatla
Hicret’in
de
yolu
açılmış
oldu
ve
tarihin
akışını
değiştirecek
büyük
değişim
süreci
hız
kazandı.
Bu,
İslâm
dininin
insanlara
ulaştırılması
için
artık
Medine-i
Münevvere’nin
merkez
seçilmesi
anlamına
da
geliyordu.
Dolayısıyla
Yesrib’in
Medine-i
Münevvere’ye
dönüşüm
süreci de böylece başlamış oldu.
işte
Akabe,
bu
büyük
olayın
yaşandığı
yerdir.
Akabe’den
geçerken
Müslüman,
bu
kuytu
köşede
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
İslâm’ı
nasıl
güçlüklerle
insanlara
ulaştırdığını,
bunun
için
ne
kadar
sıkıntılar
çektiğini
ve
ilk
müslümanların
İslâm
için
nasıl
hayatlarını,
mallarını,
canlarını
ve
her
şeylerini
ortaya
koyduklarını
bir
kez
daha
hatırlamalı
ve
İslâm
için
ne
yapıp
yapamadığı
hususunda
kendi
konumunu
bir
gözden
geçirmelidir.Akabe
biatları,
Medineliler
için
hayatlarının
olumlu
anlamdaki
en
büyük
değişimi
idi.
Acaba
kutsal
iklime
yaptığımız
yolculuk
olumlu
anlamda
bizim
hayatımızda
ne
gibi
bir
değişim
meydana
getirecektir?
Bundan
böyle
Hz.
Peygamberin
getirdiği
evrensel
ilkeleri
benimseme
ve
hayata
geçirme
bağlamında
hayatımızda
herhangi
bir
gelişim
olacak
mıdır?
İşte
Akabe’de
bunun
muhasebesi
yapılmalıdır
12. Hudeybiye
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
Mekke
müşrikleri
ile
antlaşma
yaparak
İslâm
davetinin
önündeki
en
önemli
engellerden
birinin
kalkmasını
sağladığı
yerdir.
Mekke’i
Mükerreme’ye
yaklaşık
17
km.
mesafede
yer
alan
Hudeybiye,
şimdiki
tanımlama
ile
Eski
Cidde
Yolu
üzerindedir.
Harem
sınırının
hemen
dışında
yer
aldığı
ve
yol
üzerinde
bulunduğu
için
Hudeybiye
Mekke-i
Mükerreme’de
ikamet
edenlerin
umre
için
ihrama
girdikleri
yerlerden
biridir.
Hudeybiye
kuyusunun
günümüzdeki
durumu.
Yer
olarak
stratejik
bir
konumdadır.
Mekke’den
gelecekler
uzaktan
çok
iyi
görülebilir.
Hudeybiye
ile
ilgili
olarak
ziyaretçiyi
ilgilendiren
en
önemli
şey,
Hudeybiye
kuyusu
veya
oralardaki
birkaç
tarihî
kalıntı
değildir.
Buranın
önemi,
müslümanların
burada
Mekkeli
müşriklerle
yaptıkları
Hudeybiye
antlaşması
ve
sahabe-i
kiramın
Resûlullah
(s.a.s.)’a
hayatlarını
ortaya
koyarak
biat
etmesi
ve
bu
biatın
Kur’an-ı
Kerim’de
yer
almasıdır.Burada
yapılan
Hudeybiye
antlaşması
ile
Mekkeli
müşrikler,
Medine’de
kurulmuş
bulunan
İslâm
devletini
resmen
tanımış
oldular.
Hudeybiye’nin
ziyaretçi
açısından
hatırlanması
gereken
en
önemli
hatırası,
sahabe-i
kiramın
burada
Allah
resûlü
(s.a.s.)’ne
hayatlarını
ortaya
koyarak
biat
etmeleridir.
Şöyle
ki;
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
sahabe-i
kiram
ile
birlikte
(yaklaşık
1400-1500
kişi)
umre
yapmak
üzere
Medine-i
Münevvere’den
Mekke-i
Mükerreme’ye
hareket
etti.
Müslümanlar
umreye
niyet
etmişler
ve
yanlarına
kurbanlık
develeri
almışlardı.
Savaş
amacı
taşımadığı
için
yanlarına
silah
almadılar.
Her
zaman
olduğu
gibi
Resûlullah
(s.a.s.),
bu
yolculuğunda
da
gerekli
tedbirleri
almış
ve
yapılması
gereken
hiçbir
şeyi
ihmal
etmemişti.
Bunun
için
Mekkelilerin
durumunu
öğrenmek
üzere
öncü
birlik
göndermiş,
gerekli
istihbarat
faaliyetlerini
yapmıştı.
İstihbarat
sonucu
Resûlullah
(s.a.s.),
Mekkeli
müşriklerin
savaşmak
için
müttefiklerini
topladıkları
haberini
aldı.
Bunun
üzerine
her
ihtimale
karşı
Medine-i
Münevvere’den
silahlar
yola
çıkarıldı.
Resûlullah
(s.a.s.),
ashabı
ile
Mekke-i
Mükerreme’ye
yaklaşık
80
km.
uzaklıktaki
Usfan’a
ulaşınca,
Halid
b.
Velid,
Mekke’ye
müslümanları
engellemek
için
asker
almaya
gitti.
Resûlullah
(s.a.s.),
gelişmeleri
çok
iyi
takip
ediyordu
ve
gerekli
istihbaratı
kusursuz
olarak
gerçekleştiriyordu.
Bu
gelişme
üzerine
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
yönünü
değiştirerek
Usfan’dan
Hudeybiye’ye
geldi.
Hudeybiye
Antlaşmasının
yapıldığı
yer.
Hudeybiye’ye
gelince
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
devesi
kasva,
çökmüş
ve
yerinden
kaldırılamamıştı.
Allah
(c.c.)’ın
fili
hapsettiği
gibi
kendi
devesini
de
Harem’e
gitmekten
alıkoyduğunu
söyleyen
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
burada
konakladı
ve
Mekke’ye
bir
elçi
gönderdi.
Elçiye
çok
kötü
davranan
Mekkelilere
ikinci
defa
Osman
(r.a.)
elçi
olarak
gitti.
Kendisine
tavaf
yapıp
ihramdan
çıkması
teklif
edilen
Osman
(r.a.),
Allah
Resûlü
(s.a.s.)
ihramdan
çıkmadan
kendisinin
de
çıkmayacağını
söyleyince,
Osman
(r.a.)’ı
hapsettiler.Osman
(r.a.)’ın
gelmesi
gecikti.
Daha
sonra
Osman
(r.a.)’ın
şehit
edildiği
yolunda
bir
haber
geldi.
Bunun
üzerine
sahabe-i
kiram,
Kur’ân-ı
Kerim’de
övgüyle
anlatılan
meşhur
biatı
gerçekleştirdi.
Orada
bulunan
bir
Semure
ağacının
altında
Allah
Resûlü
(s.a.s.)
ile
birlikte
ölene
kadar
savaşacaklarına
dair
söz
verdiler.
Orada
bulunan
1400
kişinin
bu
meşhur
biatı
Kur’ân-ı
Kerim’in
ifadesinden
hareketle
Bey’atu’r
Rıdvan
adını
aldı.
Bu
biatı
haber
alan
Kureyşliler,
korkuya
kapılarak
Hz.
Osman’ı
hemen
serbest
bıraktılar
ve
Süheyl
b.
Amr
başkanlığında
bir
heyet
göndererek
Müslümanlarla
meşhur
Hudeybiye
antlaşmasını
imzaladılar.
Antlaşma
metnini
Hz.
Ali
(r.a.)
kaleme
aldı.
Antlaşmaya
göre,
müslümanlar
o
sene
umre
yapmayacaklar,
umreye
ertesi
sene
gelecek
ve
Mekke’de
üç
gün
kalacaklardı.
İki
taraf
on
yıl
savaşmayacak,
Müslüman
olan
bir
müşrik
Medine’ye
giderse
geri
verilecek,
fakat
irtidat
eden
bir
kâfir
geri
verilmeyecekti.
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
antlaşmayı
kabul
etti
ve
imzaladı.
Daha
sonra,
kurbanlarını
kesip
ihramdan
çıkan
Allah
Resûlü
(s.a.s.)
ve
ashabı,
15-
20
gün
Hudeybiye’de
kaldıktan
sonra
geri
dönmüşlerdir.Görünüşte
müslümanların
aleyhine
olan
bu
antlaşma,
o
anda
müslümanlara
çok
ağır
geldi.
Müslümanlar
ihramdan
çıkmakta
ağır
davrandılar.
Eşiyle
istişare
eden
Resûlullah
(s.a.s.)’a,
mü’minlerin
annesi
hemen
ihramdan
çıkmasını,
bunu
gören
sahabenin
de
ihramdan
çıkacağını
söylemiş,
Resûlullah
(s.a.s.)
burada
eşinin
tavsiyesi
doğrultusunda
hareket
etmiş
ve
bu
hareket
sonucu
sahabe-i
kiram
da
derhal
ihramdan
çıkmıştır.
Burada
kadının
görüşüne
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
verdiği
değerin
fiilî
bir
uygulaması
vardır.
Hudeybiye
antlaşmasının
müslümanlar
açısından
nasıl
büyük
bir
siyasî
zafer
olduğu
daha
sonra
anlaşıldı.
Çünkü
bu
antlaşma
ile
İslâm
davetinin
önündeki
en
önemli
fiilî
engellerden
biri
kaldırılmış
ve
İslâmiyet
hızla
yayılmıştır.
Sonuçta
henüz
antlaşmanın
imzalanmasından
kısa
bir
süre
sonra
Mekkeli
müşrikler
antlaşmanın
ilk
aşamada
müslümanların
aleyhine
görünen
bazı
maddelerinin
iptalini
istemeye
başladılar
ve
üzerinden
iki
sene
bile
geçmeden
antlaşmayı
bozdular.
Ancak
bu
süre
zarfında
İslâmiyet
hızla
yayılmış,
Hayber
fethedilmiş
ve
Medine’de
kurulan
İslâm
Devleti
büyük
güç
kazanmış
ve
kısa
bir
süre
sonra
da
Mekke-i
Mükerreme
fethedilmiştir.
Hudeybiye,
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
sabrının,
ileri
görüşlülüğünün
ve
stratejisinin
fiilî
göstergelerindendir.
İslâm’ın
tanınması,
yayılması
ve
müşrikler
tarafından
bir
güç
ve
kuvvet
olarak
görülmesi,
Hudeybiye
antlaşmasıyla
olmuştur.
Bu
bakımdan
İslâm
tarihinin
en
önemli
dönüm
noktalarından
biridir.Ziyaretçi,
Hudeybiye’de
sahabe-i
kiramın
Resûlullah
(s.a.s.)’a
bağlılığının
derecesini,
fedakârlığı,
sabrı,
stratejiyi,
kadının
görüşüne
verilen
değeri,
basireti
görecektir.Hudeybiye.
Çevrili
alanın
az
ilerisi,
Hudeybiye
antlaşmasının
yapıldığı
yer.
Çevrili
alandan
yola
doğru
uzanan
ağaç
sırasının
sağında
kuyu
bulunmaktadır.
Resûlullah
(s.a.s.),
Mekke’den gelenlerin çok rahatlıkla görülebileceği stratejik bir yer seçmiştir
13. CİRANE
Cirane,
Taif
ile
Mekke-i
Mükerreme
arasındadır.
Mekke-i
Mükerreme’ye
29
km.
uzaklıktadır.
Allah
Resûlü
(s.a.s.)’nün
Huneyn’den
sonra
umre
yapmak
için
ihrama
girdiği
yerdir.
Resûlullah
(s.a.s.)’ın,
Cirane’de
bir
süre
kalmış
olması
ve
oradan
ihrama
girerek
umre
yapmasının
hatırasına
buraya
sonradan
bir
mescit
yapılmıştır.
Burada
bir
de
su
kuyusu
bulunmaktadır.
Günümüzde
Cirane küçük bir yerleşim birimi hâline gelmiştir.28
65Cirane
KuyusuCirane,
Harem
sınırları
içinde
ikamet
edenlerin
ihrama
girmek
için
gittikleri
yerlerden
biridir.
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
burada
ihrama
girmiş
olmasından
dolayı
umreye
gelen
bazı
müslümanlar,
buradan
ihrama
girip
umre
yapmak
isterler.
Ancak
umre
için
illa
Cirane’ye
gidilmesi
şart
değildir.
Mekke-i
Mükerreme’de
ikamet
edenler,
Harem
sınırlarının
dışına
çıkarak
herhangi
bir
yerden
ihrama
girip
umreye
niyet
edebilirler.
Günümüzde
kolaylığı
sebebiyle
genellikle
Ten’im’deki
Hz.
Âişe
mescidi
tercih
edilmektedir.
Hz.
Âişe
validemiz
umre
için
ihrama
burada
girmişti.Cirane,
insanların
dünya
malı
karşısındaki
tutumlarının
sınandığı
bir
yerdir.
Huneyn
savaşı
sonrası
elde
edilen
ganimetler
buraya
getirilmişti.
Resûlullah
(s.a.s.),
bunları
bir
süre
paylaştırmadı.
Sahipleri
gelirler
de
Müslüman
olurlar
ve
malları
kendilerine
iade
edilir
diye
bekletiyordu.
Bu
durum
karşısında
bazı
insanlar
Resûlullah
(s.a.s.)’ı
üzecek
derecede
dedikodu
yaptılar.
Diğer
taraftan
paylaştırma
sırasında
Resûlullah
(s.a.s.),
kalplerini
İslâm’a
ısındırmak
istediği
bazı
yeni
Müslüman
olmuş
kişilere
ganimetlerden
bolca
vermişti.
Bu
durum
da
dünya
malına
karşı
zaafı
olan
bazı
kimseleri
rahatsız
etmişti.
Ancak
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
eğitiminde
İslâmî
bir
kimlik
kazanmış
ve
iman
kalplerine
yerleşmiş
olan
kimseler
Resûlullah
(s.a.s.)’ın
tasarrufundan
herhangi
bir
rahatsızlık
duymadılar.
Resûlullah
(s.a.s.)
ile
beraberliği
dünya
malına
tercih
ettiler.
Onlar,
bu
beraberliğin
hiçbir
bedel
ile
değişilemeyecek
kadar
büyük
bir
nimet
olduğunun
farkında
idiler.Cirane’ye
gidildiği
zaman,
dünya
malını
ellerinin
tersi
ile
iterek
Allah’ın
elçisi
ile
beraberliği
tercih
eden
sahabe-i
kiramın
örnek
davranışını
hatırlamalı
ve
dünya
malı
karşısındaki
konumumuzu yeniden gözden geçirmeliyiz.
14. Tenim Mescidi Âişe Mescidi
Harem-i
Şerife
6km
yayan
olarak
1
saat
mesâfede,
Medine
tarafından
harem
hududu
olan
Tenim’dedir.Tenim
Mescidinin
sağ
tarafında
Tenim
dağı
vardır. Mescidin bulunduğu vadiye Numan Vadisi denir.
Hz.Âişe
vedâ
haccında
peygamberimizle
beraber
haccetti.
Bayanlara
ait
özel
hâli
sebebiyle
sebebiyle
umre
yapamamıştı.
Peygamber
efendimiz’e
Medine’ye
dönecekleri
zaman
Hz.
Âişe
validemiz
dedi
ki;
“
ya
resulallah
insanlar
hac
ve
umre
ile
dönüyor,
ben
ise
umreden
mahrum
oldum,
Herkes
bir
hac
ve
bir
Umre
ile
Medine’ye
dönüyor
da,
ben
bir
hac
ile
dönüyorum”
diyerek şikayetini ve üzüntüsünü dile getirdi.”
Bunun
üzerine
Efendimiz,
Hz.
Aişe
validemizin
erkek
kardeşi
Abddurrahman’ı
çağırarak;
“Ey
Abdurrahman!
Kız
kardeşini
devenin
arkasına
al,
Ten’im’den
itibaren
umre
yaptır.
Tepelikten
inip
oraya
varınca
ihrama
girsin.
Zira
yapacağı,
kabul
görecek
bir
umredir”[7]
buyurdu.
Ayşe
annemizi
,
kardeşi
Abdurrahman
(r.a)
hazretleri
ile
beraber
umre
yapmak
için
Ten’ime
gönderdiler.
Cebel-i
Ten’im’deki
ağaçlık
yere
gelince
orada
ihramlanmış
iki
rekat
ihram
namazı
kılmıştır
onun
için
buraya
Mescid’i
Aişe
denilmiştir.
Yani
burası Âişe validemizin Umre yapmak için ihram’a girdiği yerdir.
15. MESCİD’İ ŞECERE
Mescid’i
Cin’in
hizasında
bir
mesciddir.
Peygamber
Efendimiz
Mescid’i
Cin’in
bulunduğu
yerde
cinnilerden
gelen
bir
heyetle
görüşmüştür.
Peygamber
Efendimiz
değişik
zaman
ve
mekânlarda
cinlere
vahiy
tebliğ
etmek
için
Kur’ân-ı
Kerim
okurdu.
Bir
gün
Abdullah
b.
Mes’ûd’la
birlikte
Hacûn
yakınlarında
bir
yere
gittiklerinde
toprağa
bir
çizgi
çekerek
ondan
bunu
aşmamasını
istemiş
ve
çizginin
ilerisinde
cinlere
Kur’ân-ı
Kerim
okumuştur.
Bu
hususu
İbn-i
Mes’ud
Hz.
Şöyle
anlatıyor:
Cinler
Peygamber
Efendimiz’e;
“Senin,
Allah’ın
Rasülü
olduğuna
kim
şahitlik
eder?”
diye
sordular.
Yakınlarında
bir
sakız
ağacı
vardı.
Peygamber
Efendimiz
o
ağaca
işaret
ederek;
“Şu
ağacı
gördünüz
mü?
O
şahitlik
ederse
iman
eder
misiniz?”
Cinler
“Evet
iman
ederiz”
dediler.
Bunun
üzerine
Peygamberimiz
ağacı
çağırdı,
ağaç
dallarını
budaklarını
sürükleyerek
geldi;
“Benim
Allah’ın
Rasülü
olduğuma
şehadet
eder
misin?”
diye
sordu.
Ağaç:
“Şehadet
ederim
ki
sen
Allah’ın
Rasülüsün”
dedi.
O
ağacın
bulunduğu
ve
bu
mucizenin
tahakkuk
ettiği
yere
mescid yapıldı.
16. DÂR-UL ERKÂM
Hz.
Peygamber
ile
ilk
Müslümanların
toplanarak
bir
araya
geldikleri
evdir.
Mekke
müşrikleri,
Darü'l-Nedve
denilen
yerde
toplanarak
Müslümanlara
karşı
kararlar
alıyorlardı.
Bundan
dolayı
Hz.
Peygamber
ve
Müslümanlar
rahat
bir
şekilde
bir
araya
gelemiyorlardı.
Hz.
Peygamber
bu
zorluğu
aşmak
için
Risaletin
5.
yılında
(Miladi
615)
aldığı
bir
kararla
ilk
Müslümanlardan
Erkam
bin
Ebil
Erkam'ın
evini
Müslümanlar
için
gizli
buluşma
yeri
olarak
tespit
eder.
Çünkü
bu
ev
giriş
çıkışlar
için
elverişli,
etraftan
gelen
ve
gidenlerin
kolayca
kontrol
edilebileceği
emin
bir
yerdi.
Bundan
dolayı
Müslümanlar
daha
rahat
bir
şekilde
bir
araya
geliyorlar,
ibadet
ediyor,
İslamın
ve
imanın
talimini
daha
iyi
yapıyorlardı.
Ayrıca
müşriklerin
baskı,
zülum
ve
desiselerine
karşı
tedbirler
alıyorlardı.
İşte
Müslümanların
ilk
medresesi,
ilk
parlementosu
ve
her
türlü
kararın
alındığı
ilk
karargahları
olan
bu
ev,
İslam
tarihine
Darü'l
Erkam
olarak
geçmiştir.Hz.
Peygamber’in
Dârülerkam’da
oturmaya
başlaması
ilk
müslümanlann
İslâmiyet’i
kabul
tarihlerine
bir
esas
teşkil
etmiş,
sahâbîlerin
müslüman
oluşları,
Resûlullah’in
Dârülerkam’a
girmesinden
önce
veya
sonra
şeklinde
adlandırılmıştır. Hz.
Peygamber’in
Dârül
erkam’a
geliş
tarihi
nübüvvetin
4.
yılı
olarak
kabul
edilirse
de
bu
doğru
değildir.
Erkam
b.
Ebü’l
Erkam’ın
İlk
müslümanlar
arasında
yer
almasından
dolayı
bu
tarihi
bi’setin 1.
yılı,
hatta
bu
yılın
ilk
ayları
olarak
kabul
etmek
gerekir.
Hz.
Peygamber,
nübüvvetin
6.
yılı
Zilhicce
ayında
Ömer’in
müslüman
olmasından
sonra
Dârül
erkam’dan
ayrılmıştır. Erkam
b.
Ebü’l
Erkam
bu
evi
çocuklarına
bırakmış,
oğulları
ve
torunları
burada
oturmuşlardır.
Daha
sonra
Abbasî
Halifesi
Ebû
Ca’fer
el-Mansûr
Dârül
er-kam’ı
satın
aldı.
Ölümünden
sonra
ise
oğlu
Halife
Mehdî
Biliâh’a
intikal
etti,
o
da
bu
evi
karısı
Hayzürân
bint
Atâ’ya
bağışladı.
Hayzürân
çevresindeki
bazı
evleri
ve
arsaları
da
satın
alıp
Dârülerkam’ı
yeniden
yaptırdı.
Bundan
dolayı
ev
Dâruhayzürân
adını
aldı
ve
içinde
bir
de
mescid
yapıldı.
Tarih
boyunca
birçok
defa
tamir
gören
Dârülerkam
III.
Murad
tarafından
mescid
olarak
yenilendi
(999/1590)
Suudi
Arabistan
Krallığı’nca
Harem-i
şerif
için
yapılan
çevre
düzenlemesi
sırasında
Dârülerkam
yıkılarak
arsası Harem arsasına katılmıştır.
DARÜL
ERKAM
NEREDE?“
Dârü’l-İslâm”
diye
de
bilinen
“Dârü’l
Erkam”,
Mekke’de
Safâ
Tepesi’nin
yanında
bulunmaktaydı.
Peygamber
Efendimiz
Kureyş
müşriklerinden
sakınarak
bu
mübârek
evde
bulunur,
yanına
gelenlere
orada
İslâm’ı
anlatır,
Kur’ân-ı
Kerîm
okur
ve
öğretirdi.
Orada,
berâberce
namaz
kılarlardı.
Birçok
insan
İslâm
ile
burada
tanışmıştır. Hazret-i
Ömer,
nübüvvetin
altıncı
yılında
Müslüman
oluncaya
kadar
bu
ev
İslâm’ın
teblîğ
edilip öğretilmesinde büyük hizmetler îfâ etmiştir.
Erkam
Bin
Ebi’l
Erkam
(r.a.)
kimdir?
Erkam
Bin
Ebi’l
Erkam
radıyallahu
anh
ilk
Müslüman
olan
sahabilerden…
Evini
Müslümanlara
açarak
Resûlullah
sallallahu
aleyhi
ve
sellem
Efendimizin
emrine
veren
bir
yiğit…
İslâm’ın
ilk
müessesesini
kuran,
ilk
İslâm
yurdunu
oluşturan
bir
kahraman…Erkam
Bin
Ebi’l
Erkam,
Mekke’nin
nüfuzlu
ve
zengin
ailelerinden
Benî
Mahzûm
kabilesindendir.
İsmi
Erkam,
künyesi
Ebû
Abdullah’dır.
Babası
Abdülmenâf
annesi
Tümâdır’dır.
İslâm’a
ilk
giren
kadın
sahabilerdendir.
Babası
da
Müslüman
olup
Hz
Ebû
Bekir
(r.a.)
ile
aynı
gün
vefat
ettiği
rivayet
edilmektedir.
Kaynak:
Darül
Erkam
nedir,
ne
demek,
anlamı,
hakkında
kısa
bilgi,
gizli
tebliğ
dönemi kaç yıl sürdü?
17. CEBEL-İ EBU KUBEYS
Mekke
şehri
Ebûkubeys
ile
Kuaykıân
dağları
arasında
yer
alır.
Ezrakī’ye
göre
İyâd
veya
Mezhic
kabilesinden
Ebû
Kubeys
adlı
bir
şahıs
burada
bir
bina
yapma
teşebbüsünde
bulunduğu
için
bu
dağa
Ebûkubeys
adı
verilmiştir.
Yâkūt
ise
İbn
Hişâm’a
dayanarak
Cürhüm
kabilesinden
Ebû
Kubeys
b.
Şâmih’in,
Amr
b.
Müdâd
ile
amcasının
kızı
Meyye
arasında
koğuculuk
yaparak
iki
sevgilinin
arasını
bozduğunu,
bunun
üzerine
Amr’ın
kendisini
öldürmeye
karar
verdiğini
öğrenince
bu
dağa
kaçtığını,
daha
sonra
bu
dağın
Ebûkubeys
adıyla
anıldığını
söyler.
Hz.
Âdem’in
ilk
ateş
parçasını
(kabes)
bu
dağdan
aldığı
için
dağa
Ebûkubeys
adını
verdiği
veya
Hacerülesved’in
buradan
alınmış
olması
sebebiyle
bu
adın
verildiği
yolunda
rivayetler
bulunmakla
beraber
Takıyyüddin
el-Fâsî
ilk
rivayetin
daha
doğru
olduğunu
ifade
ettiği
gibi
Ezrakī
de
bu
rivayetin
Mekkeliler
nezdinde
meşhur
olduğunu
belirtmiştir
(Âhbâru
Mekke, II, 267).
Öte
yandan
Nûh
tûfanından
Hz.
İbrâhim’in
Kâbe’yi
inşa
ettiği
tarihe
kadar
geçen
süre
içinde
Hacerülesved’i
saklayıp
koruduğu
için
bu
dağa
Câhiliye
devrinde
“El
Emîn”
denildiği,
ayrıca
El
Ahşebü’ş
Şarkı,
Şeyhü’l
cibâl
ve
El
A‘râf
adlarıyla
da
anıldığı
bilinmektedir.
Rivayete
göre
Cenâb-ı
Hak
Nûh
tûfanı
sırasında
Hacerülesved’i
bu
dağa
emanet
etmiş
ve
Hz.
İbrâhim
de
Allah’ın,
“İnsanlar
arasında
haccı
ilân
et”
(el-Hac
22/27)
emri
üzerine
bu
dağa
çıkıp
insanları
hacca
davet
etmiştir.
Halk
Mekke
vadisine
yerleşmeden
önce
sel
tehlikesi
olmadığı
için
yerleşim
alanı
olarak
burayı
seçmişti.
Ebûkubeys
dağı
Câhiliye
döneminde
halkın
mukaddes
saydığı
yerlerdendi.
Mekke’nin
zâhid
ve
âbidleri
buraya
çıkarak
itikâfa
çekilirlerdi.
Hz.
Peygamber
kendisini
en
çok
üzen
olayın,
Tâif’te
İbn
Abdüyâlîl
b.
Abdükülâl’den
(Abdüyâlîl
b.
Amr)
kendisini
himaye
etmesini
istediği
zaman
onun
bu
teklifi
reddetmesi
olduğunu
söyler.
Bu
olaydan
sonra
üzgün
bir
halde
Mekke’ye
dönerken
Hz.
Peygamber’e
gelen
bir
melek
Ebûkubeys
ile
Kuaykıân
dağlarını
(Ahşebeyn)
göstererek,
“Eğer
bu
iki
dağın
Mekkeliler
üzerine
çökerek
bütün
müşrikleri
ezmesini
istersen
onu
da
yaparım”
deyince
Hz.
Peygamber,
“Hayır!
Ben
onların
soyundan
Allah’a
şirk
koşmayan bir nesil gelmesini isterim” buyurmuştur (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7).
İslâm
tarihinde
önemli
bir
yeri
olan
Dârülerkam
bu
dağın
eteğinde
bulunduğu
gibi
sa‘y
in
başlangıç
noktası
olan
Safâ
tepesi
de
Ebûkubeys
dağının
eteğinde
yer
almaktadır.
Kamer
sûresinde
(54/1)
zikredilen
inşikāku’l
kamer*
mûcizesi
de
İbn
Abbâs
ve
İbn
Mes‘ûd’dan
gelen
bir
rivayete
göre
bu
dağın
üzerinde
gerçekleşmiştir
(Süyûtî,
El
Dürrü’l
mens̱ûr,
VII,
670-672).
Abdullah
b.
Zübeyr
Haccâc
tarafından
Mekke’de
muhasara
edilirken
kurulan
iki
mancınıktan
birisi
Ebûkubeys
üzerine
yerleştirilmişti.
İlk
Senûsî
zâviyesi
de
1837 yılında bu dağın üzerinde bina edilmiştir.
Ebûkubeys’in
en
üst
noktasında
1980’li
yıllara
gelinceye
kadar
varlığını
koruyabilmiş
bir
mescid
vardı.
İbrâhim
Mescidi
olarak
anılan
mâbedin
tarihinin
çok
eskilere
dayandığı
ve
son
olarak
Hintli
bir
müslüman
tarafından
1257’de
(1841)
yeniden
yaptırıldığı
bilinmektedir.
1980’den
sonra
Ebûkubeys’in
tamamı
Suudi
ailesi
tarafından
istimlâk
edilerek
üstüne
saraylar, altına da Harem’i Azîziye ve Mina’ya bağlayan tüneller inşa edilmiştir.